Cuma, Aralık 31

simurg'uma

malum önümüz yılbaşı. yılbaşında, eşle dostla buluşulur, eğlenilir, kırmızı don giyilir, içki içilir, şanslı olanlar sevişerek, benim gibi bahtsız olanlar ise "allah'ım ben nerde yanlış yaptım" diye hislenerek yeni yılın girişini (göte) kutlarlar. ve yeni yılın getirilerinden biri de hediyedir. daha evvel bahsettiğim üzere hediye olayını pek sevmiyorum. ama gel gör ki, bir güzele delice sevdalandığım için bu yılbaşında bir sürpriz olsun, vay efenime söyleyeyim bir şirinlik olsun diye o dilbere, oy o hilal kaşlıya bir hediye vereyim istedim. düşündüm, taşındım ve sonunda imal edilmiş bir şeyi hediye etmektense, o güzele, oy o bal dudaklıya kendi ellerimle bir hediye yaratmayı münasip gördüm. elimden pek bir şey gelmediği için, elde olan malzemelerle bir tablo yapmaya karar verdim. asıl mevzu ondan sonra başladı.


evvela sevgili su bazlı kırmızı boya; ben senin pigmentini sikerim. amına koduğumun boyası, tamam kurumuşsun, anladık. ama ben sana suyu verende senin çözülmen lazım. çünkü sen su bazlısın, seni tinerle, kılla tüyle çözemem. senin ben pantone kataloğundaki yerini sikeyim boya kere. gerçi gidip nalburdan bi kutu boya alabilirmişim ama artık çok geç zira tablo bitti. ondan sonra atölyenin kapısının kapalı olduğunu gördüğü halde gelip adres soran amca. senin ben talükatını sikeyim. sana laf anlatacağım diye boya aktı hep aşağıya. bula bula adres soracak tek yer olarak bizim atölyeyi mi buldun be sığır siki? ondan sonra atölyede bulamadığım fırçalar. neredesiniz kuzum siz allasen? sen fırçasın ve senin atölyede olman gerekiyor. atölyede olmayan fırçanın ben kılını sikeyim. ve son sözüm sana sevgili airbrush tabancası. senin ben iğneni sikeyim. madem çalışmıyorsun, hani ibnelik yapıyorsun. başta yap, başta yap ki ben de diyeyim "aa" diyeyim, "bu makinede bozukmuş, hiç girmeyeyim ben bu işe" diyeyim.


velhasıl kelam bu kadar imkansızlıklara, zorluklara rağmen hediyemi bitirmiş bulunmaktayım. peki şimdi size şunu sorayım: siz bana ne aldınız yılbaşında? hiç. sik. sik alsanız yine sevinirdim. hani bozulurdum da, biraz da sevinirdim. "am sakızı çoban yarrağı" deyini alır saklardım. ama her yerde de saklayamazdım. anamın babamın yanında kalıyorum. kalkıp hediye ettiğiniz siki odanın baş köşesine koymamı beklemeyiniz benden. işiniz gücünüz goygoy. susayım diyorum, konuşmayayım diyorum ama artık yeter. yeter artık. arkadaşlar bana niye hiç hediye almıyorsunuz, börek yapmıyorsunuz, bi kere olsun vermiyorsunuz? eksiğim gediğim ne benim. yeni yıla bunları düşünerek gireceğim, neden böyle durgunsun, neden böyle suskunsun deli çocuk diye soranlara "unutma, unutulanlar, unutanl... sigara var mı ya" diyeceğim.


demem  o ki hepinizin yeni yılını yalarım. 

Cuma, Aralık 10

nikahını beni çağır sevgilim, düğün pastasını beğenmezsem o düğünü sikerim

sevgilim,

sen bu satırları okurken ben nerede olacağım tam olarak bilmiyorum. belki kahvede iddaa kuponlarına gömülmüş, belki meyhanede çerez tabağında fıstık ararken bulursun beni. önemli değil bunlar, önemli olan benim küçük sevgilim; senin mutluluğun. duydum ki, evleniyormuşsun. hayırlı olsun. sevinmedim desem yalan olur. sevindim ama öyle de çok sevinmedim, öyle çılgıncasına sevinç gösterileri yapmadım yani. medeni bir insan gibi sevindim, hayırlı olsun dedim. haber uçurmuşsun sağa sola, "taşkınlık yapmayacaksa gelsin, biz hala arkadaşız" diye. korkma miniğim, düğününe gelmeyeceğim. ama sanma ki seni beyazlar içinde görende üzüldüğümden, sanma ki seni hala deliler gibi sevdiğimden ötürü gelmeyeceğim. işin aslı bebeğim, şimdi gelirsem o düğüne, nereden baksın bi çeyrek takmam lazım. e çeyrek altın da olmuş sana 110 tl. zaten dardayım, bu yoklukta bi de sana çeyrek takarsam iyice dara girerim. hiç gerek yok. zaten biz türk evladıyız kızım, godoş mu sandın lan bizi? medeniyiz dediysek de o kadar medeni değiliz. otobüste yaşlılara yer veririz, kapıyı açarken önce kadınlara yol veririz. benim medenilikten anladığım budur papatyam. hem bilirim, sen hesabını yapmışsındır çoktan. nasıl olsa gelmez demişsindir benim için, o yüzden beni unut düğününde kınalım. ama belki evlendikten sonra hayırlı olsuna gelebilirim, güle güle oturmalara gelebilirim. dedim ya, elim sıkışık biraz. şimdi sen düğünde iyi mama yaparsın kendine. bu çılgın aşığını, bu serseri sevdana 3-5 ateşlersin o takılardan. eğer ateşlemezsen, korkarım ele güne kötülerim seni her konu senden açıldığında. neyse işte. biraz da kendimden bahsedeyim, yokluğunda ne yaptığımdan. bilirim, merak edersin sen beni. merak edersin de amına koyayım bi arasaydın be balım, bi çağrı atsaydın be ay yüzlüm? bu nasıl özlemekse artık, çözemedim, bilemedim. ayrılırken dediğim gibi, senden başka hiç kimseyi sevmeyeceğim dedim ve sevmedim de. bi kedi aldım ama, kırpık koydum adını. az biraz onu seviyor gibiyim. o da evin amına koydu, mundar etti evi sıça sıça. annemle papaz olduk, namaz kılıyorum bu evde, sen sokaktan alıp eve hayvan getiriyorsun, onun da bi götüne sahip çıkamıyorsun diye. şimdi ona sıcak bi yuva arıyorum, isterseniz size vereyim. çocuğa hazırlık olur, antreman olur, bu konuyu bi düşün bence sevdiceğim. babam beni evlendirmeye çalışıyor, habire "şu evlendirme programına çık, bu evlendirme programına katıl" diye zindan ediyor bana hayatı. aslında çıkasım yok değil, güzel imkanları var. gidiyorsun kızla mesela, çay içiyorsun, stüdyoda. hoop hesap filan almıyorlar, ne güzel bu devirde di mi yavru ceylanım? ama korkum, ben şimdi çıkarım o programa, bi taliplim gelmez, yarrak gibi aylarca dururum orada. gerçi babama kalırsa, "yakacakla sikeceğin kötüsü olmaz, ilk geleni kabul edersin" diyor da, bilmiyorum işte kafam çok karışık. hele altın fiyatları biraz daha artsın da, ona göre takı hesabını filan yapıp öyle girerim evlilik işine. 

işte böyle benim de hayatım börtü böceğim. satırlarıma burada son vermeden evveli, birkaç cümle daha kurayım. hesapta kısa ve öz bir mektup yazacaktım ama kitap yazdım sanki. duydum ki eşin olacak adam, benden zengin, yakışıklı, kibar, karizmaymış. ben öyle duydum, ne kadar doğru ne kadar yalandır bilemem şimdi. ha şimdi bunu yazıyorum, sanma ki o lavuğu kıskanıyorum, sanma ki o denyoya ayar oldum. benim anlamak istediğim, ulan benim gibi bi adamdan öyle bi adama nasıl gittin be kara vicdanlı? hani bi kendime bakıyorum, cepte 5 lira desen yok, saçlar seyrelmiş, dişler dökülmüş, tanımayan babamın kardeşi sanıyor beni. benim gibi bir adamdan sonra öyle bi herifle nasıl beraber olacaksın. amına koyim karabükspor gibisin serçem benim. bi hafta 5 yerken, diğer hafta 5 atıyorsun. dilerim mutlu olursun inci tanem, kar yüzlüm, nergis dudaklım. 

kendine iyi bak, beni sakın unutma. dertlerimi aklında tutma, unut. beni, unutma...


not:o dediğim borç işini, kedi işini de unutma deli sevdam :))))))))))))))))))))))))))))

Pazartesi, Ekim 4

yokluğunda çok kitap okumak isterdim ama kuru fasulye filan yedim

sevgili blog, biliyorum uzun zamandır yazamıyorum ve seni çok ihmal ettim. ama içimdeki yazma isteğini kaybettim ve yazacak bir şeyler bulamıyorum. şimdi eski yazılarıma baktım da deli sikine tutunur gibi yazmışım ha yazmışım. ama artık sorunlarımı çözdüm ve elimden geldiğince yazmaya çalışacağım.


merhaba. siz beni aras olarak tanıdınız ama şu yukarıda yazdığım yazıyla size gerçek kimliğimi açıklamış bulundum. aslında ben 16 yaşında, hayata dair en büyük sorunları kiloları ve twighlight'ta ki edward'ın beni sikmesi olan ergen bir kızım. kullandığım nicki ve fotoğrafı soracak olursanız eğer daha önce "white angel, marla singer, betty boop" gibi nicklerin milyonlarca kez kullanılması ve marilyn monroe, monica belluci, avril lavigne fotoğrafları da yine milyonlarca hemcins ve yaşıtımın tarafından kullanıldığı için kala kala bana bunlar kaldı. blogum benim en yakın arkadaşım ve onunla insanmış gibi konuşuyorum. çünkü 16 yaşındayım ve dünyada herkesin benden nefret ettiğini düşündüğüm yaştayım. eğer herkes benden nefret ettiğini şu yaşımda düşünmezsem ne zaman düşüneceğim? o yüzden blogum benim en yakın arkadaşım. ama eğer insan gibiyse blogumdan da nefret etmem gerekiyor. sikeyim böyle arkadaşı zaten, ne dersem onaylıyor, hiç beni teselli etmiyor, blogum beni sevmiyor :((((((((((((((((((((((((((  3 ayda bir yeni bir şeyler yazıyorum ve 3 aylık boşluğu, tekrar yazmaya başladığımda sanki insanların çok sikindeymiş gibi "biliyorum uzun zamandır yazmıyorum" girişiyle yazımı tamamlıyorum. bunları niye yapıyorum diye soruyorsanız çünkü ben bir malım. hayatta en sevdiğim şey nutella ve edward.

eğer aranızda bana yazılmak isteyen olursa, hiç merak etmediği halde soracağı "canım ya nerelerdeydin, çok özledik seni ;) neler yaptın bakalım güzellik burada yokken" sorularını şimdiden cevaplayayım. bir kere her şeyden nefret ettim ve nefret ettikçe kendimi nutella'ya verdim ve nutella'ya verince kendimi götüm kazan gibi oldu. sonra bunu dert edip her pazartesi diyete başladım ve götümün büyümesiyle diyet olayının kronik bir hal alması aynı döneme tekabül etti. ablalarımdan öğrendiğim "ya ben aslında çok zayıftım ama hormon ilaçları beni şişirdi" yalanını arkadaşlarıma anlattım, kimse çıkıp da "ne hormonu ne ilacı bu yaşta be amcık" demedi. sanırım çok iyi arkadaşlarım var. sonra arkadaşlarımla yaprak dökümü'ydü, aşkı memnu'ydu, ne kadar saçma sapan dizi varsa onların tekrarlarını izleyip yakışıklı erkeklere iç geçirdik. okulların açılmasıyla tekrar sizlerle birlikte olacağım. bu yeni yazı döneminde, hocaların ne kadar kötü olduğunu, ailemin beni hiç anlamadığını, sınıftaki tüm oğlan çocuklarıyla yaşadığım platonik aşkları anlatacağım. seni çok özledim blog yummmmmmmmmmiiiiiiiiiiieeeeeeeeeeeeeeeeee ^.^

Pazar, Haziran 27

MUCİZE DİYET!!! yüzde yüz çalışıyor.




malum yaz geldi. yazın gelmesini, havanın sıcaklığından, mini etekli, şortlu, götlü, memeli kızların bolluğundan, şişman kadınların göbeklerini beyaz bodye yapışık gezmelerinden ve gazetelerde boy boy verilen diyet listelerinden anlayabilirsiniz. geri zekalı değilseniz zaten yazı kışı ayırabilirsiniz, bunlar sadece böyle özel durumlar için geçerli şeyler. ufaklığımdan beri özellikle hısım akraba çevresinde "ayy ne kadar zayıf bu çocuk, beslemiyor musunuz bunu" gibilerinden her gördükleri yerde acıma ifadesi içeren cümleler duysam da, günümüz modasının 0 bedeni makul bir hale getirmesinden ötürü tüm genç kızların imrendiği bir erkek olup çıktım. bu vesileyle tüm olumsuz yönlerimi kapatacak bir artım bulunmuş oldu. "bana verir misin" diyorum, kız vermiyor ama sen şişmansın ben zayıfım diyerek psikolojisini çökertiyorum onun. başkası bana çirkin diyor, ama sıfır bedenim diyorum, ağlatıyorum. bu ne kadar böyle gider bilinmez ama gittiği yere kadar götürmeye kararlıyım, ve duyarlı, anlayışlı bir insan olarak size bu yaz sahilde fütursuzca bikininizi giyebileceğiniz, tartılarla dost olacağınız kendi diyet listemi veriyorum. seda sayan'lı, sibel can'lı diyet reçetelerini bir kenara atın, dediklerimi not alın.

evvela yemek listesiyle başlıyorum

kahvaltı:

öyle yarım domates, kibrit kutusu kadar peynir filan yok. evde ne varsa onu yiceniz amına koyim. gün gelir domates olmaz, gün gelir peynir olmaz yeme, ille onu yemek mecburiyetinde değilsin. hem yemediğin için otomatik olarak 25 gramdan kurtulmuş oluyorsun.

öğle yemeği:

öğle yemeğini de es geçiyoruz, eğer evdeysek ve anamız varsa yiyoruz, yok dışarıdaysak veya arkadaşlardaysak otomatik olarak öğle yemeğini atlıyoruz. nereden baksan sen şimdi öğle yemeğinde 300-500 kalori alacaktın zaten, eğer yemezsen almazsın.

akşam yemeği:

günün en önemli öğünü. vallahi aç karınla yatamazsın akşam, yatamadığın gibi tribe girersin, gözün döner. allah'ım dersin, sen kimseyi açlıkla terbiye etme dersin. gecenin bir vakti çıkarsın dışarıya kebaptı, etti, kıldı tüydü derken sıçarcasına yemiş olduğunu görürsün. o yüzden temiz bi akşam yemeği ye, çayını kahveni iç, pırlanta gibi olursun yeminle.

gelelim 0 bedeni korumanızda size faydalı olacak altın öğütlere:

1-) işi gücü bırakın: bu yazın sıcağında çalışılır mı lan hiç? adamın mecali sikilir vallahi. işi gücü bırakın, sikinizi taşşağınızı sere sere yatın. zaten bir müddet sonra paranız suyunu çekeceği için her istediğinizi alamayacaksanız, misal canınız dondurma almak isteyecek ama alamayacaksınız, bu vesileyle kalori de almayacaksınız, fit olacaksınız, taş gibi olacaksınız.

2-) haftanın 3-5 günü arkadaşlarınızda kalın: evden uzaklaşın, biraz sosyalleşin. evde otursan bütün gün bilgisayar başında göt büyütecen, ama arkadaşında kalsan öyle mi ya? mümkünse arkadaşınız bekar olsun, evde yiyecek pek bir şeyi bulunmasın. böylelikle sike sike yemek yemeyeceksin, en güzel yöntem de bu bence, mis.

3-) rakıyı sodayla için: suyun hayat vermediği tek şey rakı olduğunu her daim söylemekteyim. en güzeli rakıyı sodayla içmek, böylelikle mide habire çalışacak, yediğini sindir sindir sindirecek, ya tabiri caizse anasını sikecek midenin. mide delinene kadar bence sağlıklı bir yöntem.

4-) günaşırı mastürbasyon yapın: şimdi hemen "ay ben mastürbasyon yapmam ki" filan diyenler olacak, sikerim yalanlarınızı bir kere, onu geçin. sonra beni günaşırı mastürbasyon yaptığım için abazalıkla, kronik mastürbatör olmakla suçlayanlar olacak. ama bilmiyorlar ki mastürbasyon yapmak, seksten daha fazla kalori yakılmasını sağlıyor. cahil ibneler.

5-) günde 2 paket sigara için: için için amına koyim, verin sigaranın gözüne ateşi. bilinen bir gerçek; sigara iştahı keser. bilinmeyen gerçek; sigaraya o kadar para verince ister istemez başka bir şeye para veremiyorsun.

evet sevgili okurlarım, umarım bu yaz gününde götünüze geçirdiğiniz bikinilerle, slip mayolarla fit vücudunuzu sahilde umarsızca afişe edebilirsiniz.

Pazartesi, Mayıs 31

rusya'ya vize kaldırıldığında öğreniğimde anca kaldırmakla yetindim

hepinizin bildiği üzere pucca'nın kitabı çıktı. gelen tepkilerden öğrendiğim kadarıyla aslında bu kızı kimse okumuyor ama okumadıkları halde devamlı cinsellikten bahsettiğini söylüyorlar. şaşırdım doğrusu, cinsellik bu kadar sattırırsa ben de seks günlüğümü yayınlamak istiyorum.






























































ne sandın lan amcık? hiç öyle boş yere ctrl+A filan yapma bişey yok. bomboş, tertemiz bir seks günlüğüm var. hani seks günlüğüm araba olaydı, "bayandan az kullanılmış 0 gibi araba" diye satardım anında. hayatım filme çekilse konulu porno bile olmayacağını daha evvel sizlere anlatmıştım, seks günlüğümden değil kitap, seri ilanlarda çıkan reklam bile olmaz.

Pazar, Mayıs 9

bir nesil sevişmeyi aydemir akbaş'la öğrendiyse, o işte bir yanlışlık var

Silvio Berlusconi: İtalya başbakanı, 74 yaşında. Sevişiyor.


Deniz Baykal: Ana muhalefet lideri, 72 yaşında. Sevişiyor.


Bill Clinton: Eski A.B.D. başkanı, 64 yaşında. Sevişiyor.


Yaşar Nuri Öztürk: Cart curtcu, 59 yaşında. Sevişiyor.


Kamer Genç: Bağımsız millet vekili, 70 yaşında. Sevişiyor.


Ali Kırca: Anchorman, 61 yaşında. Sevişiyor.


Aras Öztürk Çolak: Sanat işçisi, 24 yaşında. SEVİŞEMİYOR.


utan eserinle türkiye, bu ayıp senin...

Cumartesi, Nisan 24

minibüslerde denk geldim, aşk şarkılarının en anlamsızlarına




O günü hatırlıyor musun bebetom?
Rusya'da okul basmıştı çeçen direnişçiler
Okul tatil olmuştur demiştin
Senin o düz mantığını sevmiştim zaten ben de
Pilavla ekmek yiyişini
Uğruna ödediğim yemek paralarını sikeyim

Çok seviyorduk ya hani birbirimizi
O da yalanmış meğer
Cudi dağında avakado yetişmesi gibi
Uzak o yani o kadar kavuşmamız tekrar
Ğ harfi gibi bi sikimin başına geçemezsin
Unutma anca ortalarda olursun
Yerinme, üzülme yine de
Mutlu ol isterim, gül eğlen isterim
Uğur böceği gibi mutluluğa uç isterim
Şaka lan şaka
Sikeyim senin gibi uğur böceğini aşkım
Usanmıştım zaten yaptığın onca tripten
Nazını, cazını ve gazını sikeyim

Sevdik de ne oldu
Efes'le tekel zengin oldu
Velev ki seni sevmeseydim
Galiba daha çok param olurdu
İçim gitti sen 50 lira borç ver deyince bana
Lal olsaydı o dillerin de borç isteyemeseydin 
İade etmeyeceğini bile bile verdim o parayı sana
Maddi açıdan anamı siktin bebeğim...

Çarşamba, Nisan 7

ödül veremedim ama çok güzel ödün verdim ilişkimizde sevdiğime kuşluk vakti



yıllarca oscar törenlerinin neden gecenin kör vaktinde yapıldığını soran insanlarla arkadaşlık ettim. savundum ama ben iyi dedim aga, gece olsun dedim, saat farkı var be sığır siki, adamlar kocaman organizasyon yapmışlar bize göre mi ayarlayacak dedim, kırdım eşimi dostumu götü kırık oscar için. ama asıl gerçek o değildi. gecenin ilerleyen saatlerinde olması işime geliyordu çünkü. zira o zamanlar evimizde tek televizyon vardı o da salonda duruyordu. televizyon annemin tekelinin altındaydı ve televizyon izlemek demek, annem ne izliyorsa onu izlemek demekti benim için. yıllarca entel olacağım diye annemle kavga dövüş izledim etv deki, cnbce deki açık seçik dizileri. izledim ki yarın öbür gün dost meclisinde benim de anlatacak şeylerim olsun, bir ahu sorduğunda alık gibi bakmayayım diye. benim bu denli görsel sanatlarla ilgilenmem ailem tarafından "ay bu çocuk kesin sanatçı olacak, maşallah bırakalım da izlesin" anlaşıldı. oysa ben "şu filmi kızlar çok seviyor, izleyeyim de gün olur işime yarar" mantığıyla, ekmek çıkar umuduyla verdim kendimi sanat alemine.

gelelim neden gece vakti canlı yayın yapılmasındaki ısrarıma. ebeveynler hep ister ki çocukları bir şeyler başarsın, takdir edilsin, mevki sahibi olsun. şu yaşımda kayıtlara geçen tek başarım, 6 yaşında okula başlamam ve kırmızı kurdeleyi ilk benim takmamdır. bunu anlattığım kadınlar ise okula gitmeden okuma-yazmayı öğrendiğim için bunun artı bir puan getirmediğini ve benimle sevişemeyeceklerini belirtmişlerdi. anam babam bu kadar film, dizi izleyince haliyle benim bu işle iştigal ediyorum sanıyorlardı. bittabi bunun getirisini de merak ediyorlardı. oscarları, golden globeleri, emmyleri anam babamla izlesem, demezler miydi bana bi oscar bile alamadın, en iyi yardımcı erkek bile seçilemedin, tü yazıklar olsun sana diye. peki ben kaldırabilir miydim bunu, mahcup olmaz mıydım eşe dosta karşı, anama babama karşı? bu yüzden televizyon başında sabahladım, uykusuzlukla mücadele ettim. 

şimdi ailem teknolojiyle pek alakaları olmadığından blogmuş, internetmiş, sanal alemmiş falan filan bilmiyorlar hiç birini. ben babama blog yazıyorum desem "sigortası var mı" der, öyle biri. asıl mesele, blog ödülleri. nedir, ne değildir, ödülleri nedir hiç bilmiyorum. ama ödül deyince benim aklıma ödül töreni geliyor, kırmızı halı geliyor, törende manita düşürüp sabaha kadar aşk şarkıları söylemek geliyor. eğer böyle bir uygulama varsa katılacağım blog ödüllerine. bir lotr gibi, bir titanic gibi amına koyup bütün kategorilerdeki ödülleri bile alıcam. ama yoksa böyle bir uygulama işim olmaz. ama ödül alabilmek için katılmak şartını yerine getirmeyi unuttuğum için, arkadaşlardan isteğim şudur: marlon brando'nun akademiye posta koyup ödül almaya gönderdiği kızılderili arkadaş olmak istiyorum. olur da "sikerim ödülünü, ben eve ekmek alamıyorum bi de ödül mü alıcam lan" diye düşünen arkadaşlar varsa benle iletişim kursunlar.

lan aslında ödül mödül istemiyorum, blog ödülü veren jüri bi arasın beni, bi sorsun. nasılsın kardeşim desin, var mı bi sıkıntın desin, halin keyfin yerinde mi desin, yeter bana. neticede en büyük ödül dostluktur, arkadaşlıktır, efendiliktir. kızlar da desin ki sonra, börek yapıyım mı desin, bi kere veriyim mi desin. bak ben o zaman bırak blog ödülünü, oscarı elimin tersiyle itme mi, oscarınıza da sinema sektörünüze de lanet olsun diye artistlik yapmam mı? yaparım. neticede blog ödülleri insanın kendine yakışanı giymesidir. şimdi sen giysen lacileri, çekse tımbırlentleri, nereye lan blog ödül törenine mi taşşağını yediğim demezler mi? bu bakımdan blog ödülleri insanın kendine yakışanı giymesidir.

bu yazımda anlatmak istediğim blog ödülleri, oscar filan yalan hep. yarın hakk'ın divanında götümüze kaçan toprakla tir tir titreyecez. sen o vakit blog ödülünü mü göstercen, benim ödülüm var diye? işte o yüzden en güzel ödül cennettir. sen şimdi o adama ödül niyetine bi ramazan paketi yapsan, mutfak ihtiyacını karşılasan, çok büyük  sevaba girersin. bi börek yapsan mesela, ultra sevap. ölmeden peygamber sevabı. kim kime veriyo lan bu devirde sevabı, duayı?

Salı, Mart 23

bahar geldi diye sevinmedim, mart geçsin öyle değerlendiririm durumu

sevgili blog, biliyorum uzun zamandır yazamadım, çünkü yazacak bir şey bulamadım. içimden gelmedikten sonra, kararmış dünyamdaki hissiz duyguları yazıya dökemezdim ya.......


şaka lan şaka uzun zamandır yazmadım, neden? ibnelik olsun diye. yok yazamıyorum da, yok o kadar arayıp soruyorlarda. amına koyim beni niye arayıp soran yok, demek hiç sikinizde değiliz. bir arayın, bir sorun, bu çocuk niye yazmıyor, moralimi bozuk, canımı sıkkın, aç mı açıkta mı, börek yapsam yer mi, versem siker mi? bunları size ben mi söyleyeceğim arkadaşlar. neyse allahtan börek yapanım var, size muhtaç değilim çünkü. böreğim var mı? var. 

yılmaz özdil gibi
böyle...
yazsam...
belki.
daha..
çok..
yer kaplarım.

yaz mevsimi gelmesiyle beraber havada aşk kokusu var arkadaşlar. size gidin, ilk gördüğünüzle sevişin demeyeceğim ama bir kız-erkek arkadaş bulun kendinize, olanlar da ellerindekiyle idare etsin. evet bahar mevsiminin gelmesiyle birlikte ağaçtır, çiçektir, kuştur hafiften çıkmaya başladı. bu elbette ki mutfağımıza da yansıdı. mutfağın her yerinden maydonozdur, tereotudur, kuzu kulağıdır çıkmasıyla, yeşil yeşil görür oldum zalim mutfağı. kutup ayısı fıkrasında ki yavru kutup ayısı gibi dayanamayıp patladım. "anne" dedim, "he annem" dedi. "biz" dedim, "inek miyiz, öküz müyüz, kuzu muyuz" dedim. "o nerden çıktı ma alık" dedi bana. "anne" dedim, "madem ki değiliz, ne diye habire yeşilliği dayıyorsun önüme, veriyorsun otu önüme. yemin ediyorum sofraya mı oturuyorum, sarıkız'la yalakta yemek mi yiyorum bilemiyorum" deyince sandalyede oturan babamla bakıştık. "senin" dedi, "bakış açını sikeyim evlat kere" dedi. "yıllarca national'lar, discovery'ler izlettim sana, insalık görmemişsin, bari onlardan hayvanlık öğrenseydin" dedi. 

sonra rakı almaya gönderince barıştık, ben de para üstüyle hazır pizza aldım.

Pazartesi, Mart 8

break dance yapmam sünnet düğününde

-nasılsın?
-içim acıyor.
-yapma aras, her şeyi daha da zorlaştırma. tamam, şimdi üzülüyorsun ama ileride unutacaksın...


diye konuşmasına devam etti. artık o'na ne cevap verebiliyordum, ne de dediklerini anlayabiliyordum. içimdeki bu acı beni yiyip bitiriyordu. o an artık kendimi daha fazla tutmanın bir manası olmadığını anladım, ve usul usul akıtmaya başladım göz yaşlarımı. tam kapıdan çıkarken beni öyle görünce, son bir kez içtenlikle sarıldı. ve:


-n'olur ağlama aras, seni hep gülen yüzünle hatırlamak istiyorum.


yine cevap vermedim, veremedim. sanmayın ki beni terk eden sevgiliye "gitme" diyemedim, sanmayın ki giden nazlı yarin ardından gözyaşı döktüm. gecelerce sevişip, romantik anlara gark olduğu adamın, gider ayak beraber söylenen çiğ köftenin hepsini yediğini bilsin istemedim. bilmesin istedim o nazlı yar, çiğ köftenin o'ndan daha fazla canımı acıttığını. ama şimdi karşımda olsan ey yar, derdim ki sana; gitme. yani git de, bir bardak su ver de öyle git. yandım kavruldum amına koyayım...


(yaşanmış bir olaydan alınmıştır.)

Salı, Mart 2

internete verdiğim parayı kenara ayırmazdım, onu da internet cafede yerdim. öyle de alığım, öyle de hesap kitap yoksunuyum




internetin bu kadar gelişmesi beni şaşırtıyor. nasıl bu hale geldik internet diyorum karşıma alıp, birden nasıl bu kadar değiştik diyorum. 10 senede bir görüp de, "a aa ne kadar büyümüşsün" diyen teyzeler gibi oluyorum her internete girdiğimde. eskiden sadece mirc'ten manita düşürebilirken, şimdi bunun için siteler var. benim gibi bakış açısı kadınla sınırlı olan bir insan için bile, internetin ne kadar geliştiğinin delilidir bu.

tabii her gelişmekte olan şeyin bir handikabı, bir yanlışı, bir ibneliği olduğu gibi internetin de var. misal kız nicki alıp, kız gibi konuşan erkekler var. her duyarlı vatandaş gibi ben de huzursuzum bu durumdan. sosyal mesajımı verdikten sonra kanayan yaramıza geri dönelim. evden çıkmadan istediğini yapabiliyorsun internet sayesinde. sağ ol internet, var ol internet, ne güzelsin internet. yemek söylüyorsun, faturanı yatırıyorsun, almanya'da ki teyzenle konuşuyorsun filan. şahane bi şey lan. sonra sonra, özünde ne fesat, ne sinsi bir oluşum olduğunu anladım ama. üzüldüm, örselendim... asli görevi uzakları yakın eden, umarsız ve fütursuzca smiley kullanmamıza olanak veren, yeri geldiğinde manitaya cam açılmasına vesile olan msn, bir sevgili, bir flört gibi devamlı sorular sormaya, bi şeyler anlatmaya başladı. yok şu bankadan evlilik kredisi aldın mı, yok çiçek gönderdin mi, yok estetik ameliyat oldun mu gibisinden. o msn, ki benim gül yüzlüme usul usul yazdığım o değilmiş gibi, kalkmış bana ev alıcan mı diyor? be alık, ev alacak olsam, sana bakıp mı alacam? sanki diyor bana, onur marketten domates al, biber al diyor. 

sonra facebook platformuyla, aslında internetin ne kadar yavşak, ne kadar yılışık olduğunu çözdüm. başlarda bize; ilkokul, mahalle, eski dostlarımızı bulmayı vaat eden facebook, şu an da bildiğin porno sitesi mantığıyla çalışıyor. içinde kadın var erkek var, BİTTİ. ya da forum kafasıyla. ama porno site daha güzel. her insan hayatında var olan, sığır siki kategorisinde ki arkadaşlar, facebook'ta da yakamızı bırakmıyorlar malum. yok profiline kim baktı, yok profil fotoğrafını kim çaldı gibisinden, gerçek desen değil, saçma desen değil, bi acayip davetler yolluyor bu insanlar. yettin, yeter oldun deyip baktığında, bu uygulamaya izin ver gibisinden bir direktif çıkıyor karşına. kusura bakma da senin uygulamını sikerim ben facebook. nasıl ki cayır cayır aradığınız bir şarkıyı bir forumda bulursunuz da sizden üyelik ister, ya da hayalinizi süsleyen kadının kısa değil de, uzun videosunu bulmuşsunuzdur. ama o siteler, ah o siteler. sizden üyelik ister, para ister sizden. sizin ereksiyonunuz, iflah olmaz bir hüzüne dönüşür o vakit. işte bize bunu her gün yapıyor facebook. 

bundan kurtuldum dedim, oh rahatladım dediğim. diyecektim tabii, neticede yılların porno site takipçisiydim. ama benim de alışık olmadığım bir "dest-i izdivaç" durumuyla karşı karşıya kaldım bu sefer. facebook kalkmış,  esra'yı tanıyabilirsin diyor, merve'yi ekle diyor. bunun adı nedir eşim dostum? kusura bakmayın ama bunun adı pezevenkliktir. manita bulan her arkadaşımızın, "oğlum filiz'e çıkma teklifi etsene, suzan'a yazılsana" gibisinden verdiği gazdan öte değildir. ya da bi tek bunu bana mı yapıyo lan bu facebook? yıllardır iki elinle bi siki doğrultamadın, seç şuradan birini de sende kurtul bizde kurtulalım mı demek istiyor? olabilir. 

peki ya facebook hesabını kapatırken yaptığı duygu sömürüsü? misal ben buldum, aldım facebook'tan esra'yı, kaptım oradan. manita yapan 100 erkekten 90'nının yaptığı gibi facebook hesabı kapatayım dedim. tam kapatacağım, bana diyor ki alican seni özleyecek, ufuk seni özleyecek. işte ben o vakit, çok bi duygusallaşıyorum. amına koyayım diyorum, şu hayatta beni özleyecek adamlara bak, alican, ufuk. bunun için mi diyorum, bunca yıldır yaşıyorum. vazgeçiyorum hesabı kapatmaktan. biliyorum, ben hesabı kapatsam alican beni özler. ödemeli atar, açmak durumunda kalırım, yanına geleyim der, gelir. benden bi dal sigara ister, yemek ister, içki ister. sonra sorar niye hesabı kapattın, ne güzel kızlar var aptal mısın diye darlar beni. işte ben buna gelemem apaşlar, ben buna gelemem gardaşlar. varsın alican beni ne kadar sikimtrak fotoğraf varsa taglesin, varsın benim profilimde ki manitalara ekleme talebi yollasın. yeter ki özlemesin beni.

Salı, Şubat 23

başbakanımıza ayakkabı fırlattılar ama bunun konuyla alakası yok

dün gece bi arkadaş bahsetti, "seni yazmışlar" diye. hah dedim, yarrağı yedik. zira her 3 kişiden biri gibi benim de çıplak fotoğraflarım, seks kasetlerim var idi. sonra birden bunlardan kimsenin haberi olmadığı aklıma gelince dedim ne yazması, böyle böyle dedi.


kendimle ilgili reklamı sevmem, artistliğe gelemem. insanlar bunu cool olarak algılıyorlar, yalan. evde pijamalarımı çekmiş oturuyorum amına koyim ne coolluğu, ne karizması. mazbut bir ailenin çocuğu olaraktan böyle yetişmişim, biri "bunu aras yaptı" dese, yüzüm kızarıyor. bu "yaptı" dan kasıt kötü bir şey yaptı değil elbet, bunu o becerdi, o yaptı gibisinden. evet elimden geliyor 3-5 iş, misal melemen. ölümcül yapıyorum, onun da 3-5 farklı varyasyonunu  yapıyorum, yetiyor bana zaar. şimdi bu hem güzel bişey, hem de bunun yerine yazı yazmak zor geldi açıkçası. dedim ki, lan şunu koyayım, millet helal olsun desin, aferin desin, tebrik etsin, yanına 2-3 cümle bişey de yazayım vereyim coşkuyu. aynen bu hinliği düşündüm. şimdi yazı yazsam, daha az sigara içmem demek, daha az karıya kıza yazmam demek, daha az dizi izlemem demek, daha az yukarıda ki çekiç sesini duymam demek. sondaki iyimiş aslında. "aras niye böyle oldun, sen böyle değildin çok değiştin" diye serzenişlerde bulunursanız bana hemen duygu sömürüsü yaparım, laf kalabalığına getirip uzaklaştırırım konudan. o yüzden bu tarz diyaloglara girmeyelim.




böyle bir şey burada cem mumcu bey, haftanın web sitesi olaraktan beni göstermiş. komşuya bir tabak börek verip de "boş tabak göndermek olmaz" mantığıyla çalışan bir anneyle yaşadığım için, aynı tarzı ben de burada uyguluyorum.

Cumartesi, Şubat 13

14 şubat milli sevgililer ve sevişenler bayramı

artist bir insan olduğumdan, özel günlere karşı oldum hep bu yaşıma kadar. doğum günü, evlilik yıl dönümü, ilk buluşma yıl dönümü filan, bana hep saçma gelmiştir. bunun milyon tane geçerli açıklamasını yapabilirim, ama size en basitini söyleyeyim. hediye almayı sevmiyorum, hem masraf. birinin bana hediye almasını da sevmiyorum, borç gibi amına koduğumun şeyi. o sana hediye alıyorsa, senin de o'na alman lazım. çıkar ilişkisi lan bildiğin. bi de o özel güne uygun davranman gerek. misal diyelim ilk beraber olmaya başladığınız günün yıl dönümü; iltifatlar, kibar davranışlar, sevgi gösterileri, duyarlı davranışlar filan. ha bunlar kötü mü? kesinlikle değil. ama sen böyle davranan da nazlı yar diyor ki, niye hep böyle davranmıyorsun? al sana kavga sebebiyeti. allahtan hollywood'ta filan gördükte büyük kavgalar, büyük seksle biter finalini, kavga başlayınca aha diyorum seks geliyor. şimdi yaren haklı, ama ben de haklıyım. e kahvaltıyı ben yapayım, bulaşıkları ben yıkayayım, ortalığı ben temizleyeyim, hediyeni alayım, yemeğe çıkarayım, eğlenmeye götüreyim. e ben ne zaman çalışacam, ben ne zaman oturup dinlenecem, ben ne zaman yatıp uyuyacam? diyemiyorsun işte, neyse sonunda seks var diye yıllar yılı katlandım bu tarz ilişkilere.

şimdi günün anlam ve önemini belirten konuya geliyorum. bahsettiğim gibi özel günlere karşı içimde bir tiksinme var, ama sevgililer günü öyle mi? değil. neden değil? şundan ötürü; şu yaşıma kadar hiç bir sevgililer gününe "sevgili" ile beraber girmedim. ama hiç bir sevgililer gününü de yalnız geçirmedim. o yüzden her 14 şubat'ı sabırsızlıkla beklerim. şimdi kalkıp bana küfür edenler, sinirlenenler çıkacaktır. ulan biz götümüzü yırtıyoruz, adam bir sikim yapmadan 14 şubat'ta manitayla takılıyor diye. yo dostlar yo, bana kızmayın, kendinize kızın. çünkü beni böyle kadınların kucağına itenler sizlersiniz. şimdi siz bu 14 şubat denilen sikkorok günü baş tacı etmeseydiniz, sevdicekleri, kalp yangınlarını hediye delisi yapmasaydınız, o günün normal günlerden farkı olmadığını doğru ve yalın bir şekilde anlatsaydınız, bu sefer ben sizin yerinizde olup, "ne etsem sevişemedim dost bir 14 şubat gecesi" adlı türkümü söylecektim. ama siz ne yaptınız? aman gül yüzlüm üzülmesin, aman darılmasın, aman başka sevgililerden eksiğimiz kalmasın diyerek bu emperyalist düzenin başlıca oyuncaklarından biri olan 14 şubat günü kumpanyasına ortak oldunuz. buraya kadar sorun yok hadi, peki ya bundan sonra? manitayla ayrıldın, bitti. kız, tabii her ilişkiden sonra olduğu gibi "ben aşka inanmıyorum yaaaaağğğğğğ, ilişki bana göre değil yağğğğğğğğ" diyerek pozunu verdi, artistliğini yaptı. ama 14 şubat gelende o cüssesine oranla her daim büyük sandığı götü, halk deyimiyle "yusuf yusuf" olmaya başladı. ben 14 şubat'ta ne yapacam, yalnız mı geçireceğim, 1 sene boyunca bu günün acısını yaşıyacağım filan diyerek, kafada kurmaya başladı. neden? çünkü alışmış kızcağız, seneler boyu sevgililer gününde gördüğü ilgiyi, alakayı bekliyor. işte ben tam bu esnada araya giriyorum. şu yeryüzünde sadece kelime yaparak bir yerlere gelmiş olan biri olaraktan, gözüme kestirdiğim ava yavaşça yaklaşıyorum. napıyorsun diyorum, sevgililer gününde bir planın var mı diyorum muhabbet ilerleyende, o da ya arkadaşlarla dışarı çıkacaz, ben inanmıyorum sevgililer gününe filan, çok saçma diyor. bak burası, bunca yıldır değişmedi. insanlar, mekanlar, tarihler değişti, şu soruyu sorduktan sonraki cevap değişmedi. muhabbetin gidişine göre ben de şuraya gidecektim, programın yoksa sen de gel ya da, evde takılacaktım belki bir "film" izleriz filan gibisinden, hangisi uygunsa o ana göre o kalıbı kullanıyorum. tabii burada "film" kelimesi, bildiğin sekse çağrı. yoksa ben evde oturup anam babamla da film izliyorum. her iki kalbi kırık kızdan 1 tanesi, bu tekliflere karşı koyamıyor. 3. ye sormadım daha. yani şansınız fifti fifti.

14 şubat milli egemenlik ve sevgililer diyarı bayramı dolasıyla aldığım bir hediyeyi size anlatayım ki, etkilediğim zeka seviyesi hakkında bilginiz olsun:

malzeme:
1 adet kartpostal ( içeriği hiç farketmez, yazı yazılacak yeri olsun yeter)
1 adet kalem ( bu da farketmez, renkli yazan bir kalem olması, kızın aklını almak için ekstra puan demektir)

kartpostalımızı alıyoruz, için açıyoruz. içine " saçlarından bahar meltemi, gözlerinden gün ışığı fışkıran kadın. nasıl ki double dragon, nasıl ki ying-yang bir araya geldiğinde bütünü oluşturuyorlarsa, senle ben de, mutluluğun bütününü oluşturuyoruz. şubat 28 çekiyor, böl bunu ikiye, ne eder? 14 şubat. 14 şubat nedir? seni bana getiren, ulu valentine günü. bu da, benim, seninleyken ancak tek bir bütüne ulaşmamı simgelemiyor mu AŞKIM? seninle bir double dragon, bir ying-yang, bir bill&ted, bir 14 şubat olmak istiyorum..."
3 nokta olmazsa olmaz. aşkım kelimesinin de büyük yazılmasında fayda var.

ha unutmadan söyleyeyim, bu 14 şubat hakikatten birisine hediye aldım. bildiğin hediye lan. 14 şubat'la taşşak geçecek kadar saygısız, ama 14 şubat dolasıyla sevdiği birine hediye alacak kadar da duyarlı bir insanım. hayırlı sikişler.

Pazartesi, Şubat 8

ezel izlerken yazıyorum bu satırları sana bebek




kadınların iki şeyine gıpta ediyorum. birincisi; her sebepten ötürü kavga çıkarabilme potansiyelleri, diğeri devamlı fazla kilolarını atma sevdasıyla her pazartesi rejime başlamaları. varlığımın dünyada olduğu müddetçe bu kadar radikal kararlar alamıyorum ben. ha bu benim eksikliğimdendir, bu benim ibneliğimdendir, orası ayrı. ama yine de gıpta ediyorum bu hanım kızlarımıza. hayatımda aldığım en radikal karar, senede 1 kere bıyıklarımı kesmek. arada babam beni evlendirmek istiyor ama bu o'nun radikal kararı, beni bağlamaz. bu süreç sancılı oluyor benim için. şaka lan şaka, sikeyim sancısını, ne sancısı? bıyıklarımla oynarken bir an diyorum ki tiksindim bu bıyıklardan, akşam eve dönende kesiyorum bıyıklarımı. pırlanta gibi çocuk oluyorum, pırıl pırıl. bunu demek isterdim size, gerçekten de. ama hani halk dilinde, "amcık ağızlı" diye nitelendirdikleri insanlar var ya. hah işte ben o deyimin, vücut bulmuş hali oluyorum. şimdi ben sana bunları anlatıyorum ama, niye anlatıyorum? bi kaç haftadır yazamamın nedenlerine bir giriş olsun diye uzattım da uzattım lafı. gerek aldığım bu radikal karar (bıyık operasyonu), gerek iş değişikliği sebebi, gerekse eski projeleri hayata geçirme telaşıyla uzak kaldım buralardan. ha sanmayın ki kapandım, gece gündüz çalıştım ettim eyledim. yok öyle bir şey, ekmeğin daha çok aktığı başka mecralardaydım.  ondan eğri buraya ağırlık veremedim. olaylar bundan ibaret yani. yazının başına kadınlarla alakalı bir şey yazdım ki mevzu anlaşılmasın, bütün dikkatler oraya çekilsin diye. 

o zaman size bir hikaye anlatayım da bana tavır, gönül koyanların kalbini kazanayım. efendim, eskiden düğün salonlarında, nane likörüyle badem şekeri dağıtırlardı. o zamanlar ülke olaraktan refah seviyesi yüksektik, şimdi ki gibi düğünlerde sikkimtrak pastayla limonata vermezlerdi, tenezzül etmezlerdi. baba tarafından alkole karşı bir sempatim olduğu için aklım giderdi o liköre. oysa 6-7 yaşındaki çocuğun nesine likör, böyle diyebilirsiniz. ama değil. annem, sağolsun hep bana içirirdi o likörleri. tabii arsız bir adam olarak tek kadehle yetinmeyip 3-4 tane daha isterdim. sonrası masanın üzerinde sızmış, mont dağları arasında kaybolmuş olarak uyuyakalırdım. bunca sene, annemin ne kadar modern olduğunu düşündüm durdum. namazında, niyazında bir kadın, yalan bilmez, fitne fesat düşünmez. muhafazakar olduğu kadar modern bir kadın diye düşündüm yıllar yılı. herkesin hayalindeki "modern türk kadını" sandım annemi. meğer değilmiş. dün oğlumun aldığı aileys'tan içen mi anne dedim, "hadi ordan ma alık, git babanla iç içkini" deyince anladım. meğer annem, yıllarca o likörleri modern olduğu için değil, içerse namazı kabul olmayacak korkusuyla küçücük  bu çocuğa içirmiş durmuş. biraz geç de olsa en nihayetinde benim de bir çocukluk travmam var artık. 

Cuma, Ocak 22

Ahır Mektubu

Selam verdin, yanıma geldin,
Seni nerden siktim, sikmez olaydım.
Hiç yoktan hayatıma girdin,
Seni nerden siktim, sikmez olaydım.


Bilmezdim böyle takıntılı olduğunu,
Yalamak isterdim ben, memenin dolgununu,
Bilcümle alem siksin hasta ruhunu,
Seni nerden siktim, sikmez olaydım.


Canın isteyince kaçtın benden,
Hiç beklemezdim evlenme teklifi senden,
Gönül vermem önüne gelenle sikişenden,
Seni nerden siktim, sikmez olaydım.


Şimdi böyle mi olduk bebeğim?
Bırak da istediğimle sevişeyim,
Adımı ağzına alırsan, o ağzını sikeyim,
Seni nerden siktim, sikmez olaydım.

Perşembe, Ocak 14

facebook'a "feys" diyen herkes, nihat doğan'la birdir nazarımda

ülkemizde ki tüm iletişim manyağı gençler gibi benim de facebook hesabım var elbet. sırf milletin karısına, kızına bakmak için aldım hesabı da zaten. girip videolara bakıyorum, grup, hayran, oyun uygulamalarını reddediyorum, ilişkim bu kadar. cool bir insan olduğumdan mütevellit, ne kimseyi eklerim, ne saçma sapan fotoğraf paylaşıp arkadaşlarımı taglerim. ama baktım ekmek var, hemen o fotoğrafın altına da yorumlarımı yapar, "aras burada" imajını veririm, affetmem. 


şimdi size kalkıp da facebook böyle kötü, böyle sikik bir site demeyeceğim, diyemem. ama benim gibi, internetten manita yapmayı kendine şiar edinmiş bir insan evladının, hala "face"ten manita düşürememesi oldukça zorum gidiyor açıkçası. cv'mde kayda değer tek şeyin, ares paylaşım programından bile kız götürmek olan bu bireyin, eşinin dostunun "face'ten bi manita yaptım, ufff" demesi derin düşüncelere sevk ediyor beni. bir insan, nasıl face'ten hatun düşürür. bugüne kadar face'ten gördüğüm tek hatun, ilkokul arkadaşım özlem. e amına koyayım yıllar sonra bana özlem'i göstersen n'olur, göstermesen n'olur? 2010'da bulunduğumuz bu günlerde, yeni bir açılım yaparak "facebook'ta tanıştılar, aşık olup evlendiler" başlıklı bir habere konu olmak istiyorum. 


kendini face'e çok kaptıranlar var bir de, görevli gibi devamlı başına. farmville'yı fish bilmem nesiydi hepsini oynuyor, fotoğraf tagliyor, video paylaşıyor, duvarına yazıyor. bi dur amına koyayım diyen olmadıkça, ya da manita yapıp manita baskısıyla hesabını kapatmadı mı duracağı da yok. bir de grup olayı var ki o başka, o bambaşka. ona hiç girmiyorum, zinhar girersem çıkamam. ama daha "siktir et bilmem kaç milyon kişi bulmayı, gel harbi harbi grubu yapalım (arkadaş listeni çağırmayacaksan gelme, birbirimizi mi sikecez lan?)" diye bir grubu görmedim. görsem çok sevinirdim canlar, vallahi çok mutlu olurdum. 


şimdi face'te bir açılım yapmış, ortak arkadaşınız filan varsa o kişinin fotoğraflarını görebiliyorsun. tabii herkes evvela eski sevgililerinin fotoğraflarına bakmıştır, edindiğim izlenimler bu yönde. açıkçası ben bakmadım, bakmam. eski sevgili eski sevgilidir, yenisi gönlümün kraliçesidir düsturunu, hayat felsefesi yapmış adamım ben.  şimdi benim yaptığıma gelince; potansiyel sevgili adaylarını önce bir seçiyorum. sonra onların profillerini girip fotoğraflarına bakıyorum, bütün fotoğrafları da dikkatlice inceliyorum ama. hangisin de photoshop var, hangisi doğru açıdan çekilmiş, hangisin de yüz, göt, göğüs saklanmaya çalışmış, dikkatlice bunları bir gözden geçiriyorum. ama profilinde de fazla vakit geçirmiyorum, yani her gün incelemiyorum. neden? "profilinize kimler baktı %100 çalışıyor, anasını sikiyim çalışıyor" adlı uygulamandan dolayı, ben her gün o kızın fotoğraflarına baksam, farmville'da ne kadar bağı bahçesi var incelesem, o zaman o top 10 listesinde üst sırada çıkarım. oysa ben ne yapıyorum? az ama öz vakit geçiriyorum, ilk 10 sıralamasında 7-8. sıralarda yer alıyorum. burada vermek istediğim mesaj şu: güzelim, senden hoşlanıyorum ama yarrak gibi de sabah akşam seni takip edemem. ama bir duyarsız gibi de seni görmemezlikten gelemem. 3 büyükler gibi değilim, 1 sene şampiyon olup yıllarca hasret kalamam şampiyonluğa. ankragücü gibi, bursa gibiyim, hep istikrarlı, hep ortalarda. işine gelirse. ha bunu anlayacak kız başımın tacıdır, gönlümün sultanıdır. şimdi bunu özlem anlarsa gayri haram olsun bana face alemi.


nottur: facebook'a facebook diyen tüm kızlarla evlenebilirim, özlem'de buna dahil.

Pazartesi, Ocak 4

bana mutluluğun resmini yapsan ne sikime yarar abidin?

bakış açımla belki bir dadaistim
bıyıklarımla bir sürrealist
ama bir görsen çizdiklerimi bebeğim
sikeyim o ellerini dersin
ama ben ne diyorum?
ekspresyonizmin yılmaz savunucusuyum diyorum
bu nasıl resim lan diyenlere
fırça darbesiyle, boyasıyla
bir dışavurum abidesi diyorum.
ama sen bilirsin beni
sarı saçlarını resmettiğimin dilberi
kenan evren bile ressam olmuşken
ben duygularımı tuvale, duvara döksem suç mu
ha kalksa dese biri
o duygularını yazıya dökme dese
önce bir sinirlenirim
sonra gülerim ne doğru söylüyor diye
hani olur da boş zamanına denk gelirim
bir sanat pezevengi dediğim küratörün
olurum sana türkiye'nin münch'ü, ensor'ü
işte o zaman sana yemin sana söz
boy boy resimlerini yaparım
hiç girmem sanatsal ortamlara
seksiyle uyuşturucusuyla işim olmaz
efendi gibi işime gücüme bakarım
sergiler açarım adına
kah "türkü bakışlım" olur serginin adı
kah "mühür gözlüm"
taviz vermem özümden.
ha olsa bu dediklerim,
retrospektif sergim açılsa yaşlanınca
komple sen olursun serginin konsepti
seninle ben, bir mona lisa kafası yakalayamayız
zira ben gider herkese gösteririm
şu kızı çizdim, bu güzeli model aldım diye
kabulüm diyorsan bunlara,
ver elini ankara.