Salı, Şubat 23

başbakanımıza ayakkabı fırlattılar ama bunun konuyla alakası yok

dün gece bi arkadaş bahsetti, "seni yazmışlar" diye. hah dedim, yarrağı yedik. zira her 3 kişiden biri gibi benim de çıplak fotoğraflarım, seks kasetlerim var idi. sonra birden bunlardan kimsenin haberi olmadığı aklıma gelince dedim ne yazması, böyle böyle dedi.


kendimle ilgili reklamı sevmem, artistliğe gelemem. insanlar bunu cool olarak algılıyorlar, yalan. evde pijamalarımı çekmiş oturuyorum amına koyim ne coolluğu, ne karizması. mazbut bir ailenin çocuğu olaraktan böyle yetişmişim, biri "bunu aras yaptı" dese, yüzüm kızarıyor. bu "yaptı" dan kasıt kötü bir şey yaptı değil elbet, bunu o becerdi, o yaptı gibisinden. evet elimden geliyor 3-5 iş, misal melemen. ölümcül yapıyorum, onun da 3-5 farklı varyasyonunu  yapıyorum, yetiyor bana zaar. şimdi bu hem güzel bişey, hem de bunun yerine yazı yazmak zor geldi açıkçası. dedim ki, lan şunu koyayım, millet helal olsun desin, aferin desin, tebrik etsin, yanına 2-3 cümle bişey de yazayım vereyim coşkuyu. aynen bu hinliği düşündüm. şimdi yazı yazsam, daha az sigara içmem demek, daha az karıya kıza yazmam demek, daha az dizi izlemem demek, daha az yukarıda ki çekiç sesini duymam demek. sondaki iyimiş aslında. "aras niye böyle oldun, sen böyle değildin çok değiştin" diye serzenişlerde bulunursanız bana hemen duygu sömürüsü yaparım, laf kalabalığına getirip uzaklaştırırım konudan. o yüzden bu tarz diyaloglara girmeyelim.




böyle bir şey burada cem mumcu bey, haftanın web sitesi olaraktan beni göstermiş. komşuya bir tabak börek verip de "boş tabak göndermek olmaz" mantığıyla çalışan bir anneyle yaşadığım için, aynı tarzı ben de burada uyguluyorum.

Cumartesi, Şubat 13

14 şubat milli sevgililer ve sevişenler bayramı

artist bir insan olduğumdan, özel günlere karşı oldum hep bu yaşıma kadar. doğum günü, evlilik yıl dönümü, ilk buluşma yıl dönümü filan, bana hep saçma gelmiştir. bunun milyon tane geçerli açıklamasını yapabilirim, ama size en basitini söyleyeyim. hediye almayı sevmiyorum, hem masraf. birinin bana hediye almasını da sevmiyorum, borç gibi amına koduğumun şeyi. o sana hediye alıyorsa, senin de o'na alman lazım. çıkar ilişkisi lan bildiğin. bi de o özel güne uygun davranman gerek. misal diyelim ilk beraber olmaya başladığınız günün yıl dönümü; iltifatlar, kibar davranışlar, sevgi gösterileri, duyarlı davranışlar filan. ha bunlar kötü mü? kesinlikle değil. ama sen böyle davranan da nazlı yar diyor ki, niye hep böyle davranmıyorsun? al sana kavga sebebiyeti. allahtan hollywood'ta filan gördükte büyük kavgalar, büyük seksle biter finalini, kavga başlayınca aha diyorum seks geliyor. şimdi yaren haklı, ama ben de haklıyım. e kahvaltıyı ben yapayım, bulaşıkları ben yıkayayım, ortalığı ben temizleyeyim, hediyeni alayım, yemeğe çıkarayım, eğlenmeye götüreyim. e ben ne zaman çalışacam, ben ne zaman oturup dinlenecem, ben ne zaman yatıp uyuyacam? diyemiyorsun işte, neyse sonunda seks var diye yıllar yılı katlandım bu tarz ilişkilere.

şimdi günün anlam ve önemini belirten konuya geliyorum. bahsettiğim gibi özel günlere karşı içimde bir tiksinme var, ama sevgililer günü öyle mi? değil. neden değil? şundan ötürü; şu yaşıma kadar hiç bir sevgililer gününe "sevgili" ile beraber girmedim. ama hiç bir sevgililer gününü de yalnız geçirmedim. o yüzden her 14 şubat'ı sabırsızlıkla beklerim. şimdi kalkıp bana küfür edenler, sinirlenenler çıkacaktır. ulan biz götümüzü yırtıyoruz, adam bir sikim yapmadan 14 şubat'ta manitayla takılıyor diye. yo dostlar yo, bana kızmayın, kendinize kızın. çünkü beni böyle kadınların kucağına itenler sizlersiniz. şimdi siz bu 14 şubat denilen sikkorok günü baş tacı etmeseydiniz, sevdicekleri, kalp yangınlarını hediye delisi yapmasaydınız, o günün normal günlerden farkı olmadığını doğru ve yalın bir şekilde anlatsaydınız, bu sefer ben sizin yerinizde olup, "ne etsem sevişemedim dost bir 14 şubat gecesi" adlı türkümü söylecektim. ama siz ne yaptınız? aman gül yüzlüm üzülmesin, aman darılmasın, aman başka sevgililerden eksiğimiz kalmasın diyerek bu emperyalist düzenin başlıca oyuncaklarından biri olan 14 şubat günü kumpanyasına ortak oldunuz. buraya kadar sorun yok hadi, peki ya bundan sonra? manitayla ayrıldın, bitti. kız, tabii her ilişkiden sonra olduğu gibi "ben aşka inanmıyorum yaaaaağğğğğğ, ilişki bana göre değil yağğğğğğğğ" diyerek pozunu verdi, artistliğini yaptı. ama 14 şubat gelende o cüssesine oranla her daim büyük sandığı götü, halk deyimiyle "yusuf yusuf" olmaya başladı. ben 14 şubat'ta ne yapacam, yalnız mı geçireceğim, 1 sene boyunca bu günün acısını yaşıyacağım filan diyerek, kafada kurmaya başladı. neden? çünkü alışmış kızcağız, seneler boyu sevgililer gününde gördüğü ilgiyi, alakayı bekliyor. işte ben tam bu esnada araya giriyorum. şu yeryüzünde sadece kelime yaparak bir yerlere gelmiş olan biri olaraktan, gözüme kestirdiğim ava yavaşça yaklaşıyorum. napıyorsun diyorum, sevgililer gününde bir planın var mı diyorum muhabbet ilerleyende, o da ya arkadaşlarla dışarı çıkacaz, ben inanmıyorum sevgililer gününe filan, çok saçma diyor. bak burası, bunca yıldır değişmedi. insanlar, mekanlar, tarihler değişti, şu soruyu sorduktan sonraki cevap değişmedi. muhabbetin gidişine göre ben de şuraya gidecektim, programın yoksa sen de gel ya da, evde takılacaktım belki bir "film" izleriz filan gibisinden, hangisi uygunsa o ana göre o kalıbı kullanıyorum. tabii burada "film" kelimesi, bildiğin sekse çağrı. yoksa ben evde oturup anam babamla da film izliyorum. her iki kalbi kırık kızdan 1 tanesi, bu tekliflere karşı koyamıyor. 3. ye sormadım daha. yani şansınız fifti fifti.

14 şubat milli egemenlik ve sevgililer diyarı bayramı dolasıyla aldığım bir hediyeyi size anlatayım ki, etkilediğim zeka seviyesi hakkında bilginiz olsun:

malzeme:
1 adet kartpostal ( içeriği hiç farketmez, yazı yazılacak yeri olsun yeter)
1 adet kalem ( bu da farketmez, renkli yazan bir kalem olması, kızın aklını almak için ekstra puan demektir)

kartpostalımızı alıyoruz, için açıyoruz. içine " saçlarından bahar meltemi, gözlerinden gün ışığı fışkıran kadın. nasıl ki double dragon, nasıl ki ying-yang bir araya geldiğinde bütünü oluşturuyorlarsa, senle ben de, mutluluğun bütününü oluşturuyoruz. şubat 28 çekiyor, böl bunu ikiye, ne eder? 14 şubat. 14 şubat nedir? seni bana getiren, ulu valentine günü. bu da, benim, seninleyken ancak tek bir bütüne ulaşmamı simgelemiyor mu AŞKIM? seninle bir double dragon, bir ying-yang, bir bill&ted, bir 14 şubat olmak istiyorum..."
3 nokta olmazsa olmaz. aşkım kelimesinin de büyük yazılmasında fayda var.

ha unutmadan söyleyeyim, bu 14 şubat hakikatten birisine hediye aldım. bildiğin hediye lan. 14 şubat'la taşşak geçecek kadar saygısız, ama 14 şubat dolasıyla sevdiği birine hediye alacak kadar da duyarlı bir insanım. hayırlı sikişler.

Pazartesi, Şubat 8

ezel izlerken yazıyorum bu satırları sana bebek




kadınların iki şeyine gıpta ediyorum. birincisi; her sebepten ötürü kavga çıkarabilme potansiyelleri, diğeri devamlı fazla kilolarını atma sevdasıyla her pazartesi rejime başlamaları. varlığımın dünyada olduğu müddetçe bu kadar radikal kararlar alamıyorum ben. ha bu benim eksikliğimdendir, bu benim ibneliğimdendir, orası ayrı. ama yine de gıpta ediyorum bu hanım kızlarımıza. hayatımda aldığım en radikal karar, senede 1 kere bıyıklarımı kesmek. arada babam beni evlendirmek istiyor ama bu o'nun radikal kararı, beni bağlamaz. bu süreç sancılı oluyor benim için. şaka lan şaka, sikeyim sancısını, ne sancısı? bıyıklarımla oynarken bir an diyorum ki tiksindim bu bıyıklardan, akşam eve dönende kesiyorum bıyıklarımı. pırlanta gibi çocuk oluyorum, pırıl pırıl. bunu demek isterdim size, gerçekten de. ama hani halk dilinde, "amcık ağızlı" diye nitelendirdikleri insanlar var ya. hah işte ben o deyimin, vücut bulmuş hali oluyorum. şimdi ben sana bunları anlatıyorum ama, niye anlatıyorum? bi kaç haftadır yazamamın nedenlerine bir giriş olsun diye uzattım da uzattım lafı. gerek aldığım bu radikal karar (bıyık operasyonu), gerek iş değişikliği sebebi, gerekse eski projeleri hayata geçirme telaşıyla uzak kaldım buralardan. ha sanmayın ki kapandım, gece gündüz çalıştım ettim eyledim. yok öyle bir şey, ekmeğin daha çok aktığı başka mecralardaydım.  ondan eğri buraya ağırlık veremedim. olaylar bundan ibaret yani. yazının başına kadınlarla alakalı bir şey yazdım ki mevzu anlaşılmasın, bütün dikkatler oraya çekilsin diye. 

o zaman size bir hikaye anlatayım da bana tavır, gönül koyanların kalbini kazanayım. efendim, eskiden düğün salonlarında, nane likörüyle badem şekeri dağıtırlardı. o zamanlar ülke olaraktan refah seviyesi yüksektik, şimdi ki gibi düğünlerde sikkimtrak pastayla limonata vermezlerdi, tenezzül etmezlerdi. baba tarafından alkole karşı bir sempatim olduğu için aklım giderdi o liköre. oysa 6-7 yaşındaki çocuğun nesine likör, böyle diyebilirsiniz. ama değil. annem, sağolsun hep bana içirirdi o likörleri. tabii arsız bir adam olarak tek kadehle yetinmeyip 3-4 tane daha isterdim. sonrası masanın üzerinde sızmış, mont dağları arasında kaybolmuş olarak uyuyakalırdım. bunca sene, annemin ne kadar modern olduğunu düşündüm durdum. namazında, niyazında bir kadın, yalan bilmez, fitne fesat düşünmez. muhafazakar olduğu kadar modern bir kadın diye düşündüm yıllar yılı. herkesin hayalindeki "modern türk kadını" sandım annemi. meğer değilmiş. dün oğlumun aldığı aileys'tan içen mi anne dedim, "hadi ordan ma alık, git babanla iç içkini" deyince anladım. meğer annem, yıllarca o likörleri modern olduğu için değil, içerse namazı kabul olmayacak korkusuyla küçücük  bu çocuğa içirmiş durmuş. biraz geç de olsa en nihayetinde benim de bir çocukluk travmam var artık.