Cuma, Ocak 28

herkes öldürürmüş sevdiğini, işte o yüzden sana roketatarla giriştim sevgilim

geçen gün, geçen gün dediğim de çarşamba günü. yakın dostum, güzel insan okşan'dan telefon aldım. telefonda bana kadıköy'e gelmemi, eğer gelmezsem çocuğumu bir daha göremeyeceğimi ve polise haber verirsem de çocuğumu bir daha göremeyeceğimi anlatıyordu. tabii dediklerine pek kulak asmadım, zira çocuğumu pek görmek istemiyordum. alsın da o'nun başına bela olsundu benim tatlı minik çocuğum. ben böyle "ulan çocuğu kurtarsam mı, kurtarmasam mı" diye tripten tribe koşarken birden çocuğumun olmadığı aklıma geldi ve o heyecanla kahveyi üzerime döktüm. dökülen sıcak kahve sikime taşşağıma denk geleydi, zaten o saatten sonra çocuğum olmazdı. ama korkmayım, sikim ve taşşağım eski günlerde ki gibi, durdurak bilmeden çalışıyorlar. okşan'ın asıl meselesi, enrah bulut insanın arkaoda'daki efsanevi dj performansına iştirak etmemizdi. bilindiği üzere, enrah bulut benim kuzenim, canım, ciğerim. çocuğum olursa adını enrah koyucam. o kadar seviyorum. ya aslında okşan'ı da seviyorum, ama bi erkek evladına okşan diye isim koyanda gülerler çocuğa. her neyse.

ben buluşma yerine doğru hızla gitmek isterken metrobüsle gittim tabii ki. allahtan oturacak yer buldum, götü yaya yaya gittim şerefsizim. kah uyuyakaldım, kah yanımdaki lavuğun gazetesini kestim yan gözle. dillere destan, masallara konu olacak bir metrobüs yolculuğuydu. metrobüsten indikten sonra kendinden emin adımlarla arkaoda'ya doğru yürümeye başladım. tam altıyol'un oraya gelirkene bir çift dikkatimi çekti. adıyaman çiğ köftecisine giriyorlardı. çiftin benim dikkatimi çekmesinin nedeni, elemanın caner'e benzemesiydi. caner atakul, bizim sevdiğimiz bir arkadaşımız. karikatürist, sanat sevdalısı, dövmemi yapacak kadar iyi bir dövmeci. 4x4'lük çocukmuş lan caner. caner'i birazdan övmeye devam edeceğim, ama şu mevzuyu bir anlatayım hele hele. boyuyla posuyla, şapkasıyla çantasıyla çocuk adeta bir caner'di. beni bu kadar heyecanlandıran, 1. yanında kız olması, 2. çiğ köfteciye girmesiydi. yanında kız olması şaşılacak bir durum değil ama ben, enrah, okşan, yavuz bunun dedikodusunu yapıp, kız kimdi diye beyin fırtınalarına girebilirdik. ama asıl mevzu caner'in çiğ köfteciye girmesiydi. allah allah dedim, bu çocuğun ne işi var lan dedim çiğ köftecide. koskoca caner atakul'un çiğ köfte yemesini kendime yedirememiştim nedense. ondan sonra dedim ki yine kendi kendime, amına koyayım caner insan değil mi, niye yemesin çiğ köfte. çiğ köfte yemek onun da hakkı değil mi diye kendime çattım. yaklaşık altıyol'dan arkaoda'ya gidene kadar caner'i düşündüm, çiğ köfteyi düşündüm, türkiye'de sanatçılara uygulanan bu pozitif ayrımcılığı düşündüm. sonra eski sevgilimi düşündüm, çünkü çiğ köfteyi çok severdi. sonra tekrar caner'i düşününce galiba caner'i seviyorum dedim. ama arkadaş gibi, ama dost gibi. sikişli sevme değil yani. demem o ki; hayatımın bi 10 dakikasını caner'i düşünerek geçirdim  o gece. zaten o caner sandığım çocukta caner değilmiş. iyice inception gibi oldu amına koyayım hayatım. 

sonra arkaoda'ya gittim işte, enrah'ı dinledik, efsane taşşak geçerek gülüp eğlendik. gece tatsız bitti ama, okşan'la enrah tartıştı. enrah okşan'a "belanı sikerim senin" dedi. okşan'da "belam sensin, kolay gelsin" dedi. ondan sonrasını hatırlamıyorum. ha unutmadan tam karşımda masamda oturan en az bir asia argento kadar çirkin ama çekici olan kız. şayet elinde yarım parmaklı eldiven olmasaydı o gece beni hakedecektin ama o eldiven bütün seksüel dürtülerimden uzaklaştırdı beni, maneviyat denizlerine saldı beni. cumayı kaçırmadan kaçızlıyanzi gençler.